1.29.2015

4

Kağıt Kız - Guillaume Musso

Orjinal Adı: La Fille de Papier
Tür: Romantik/ Macera
Sayfa Sayısı: 310
Yazar: Guillaume Musso
Yayınevi: Doğan Kitap


"Fırtınalı bir gecenin ortasında, sırılsıklam ve çırılçıplak, terasımda belirdi.
- Nereden çıktınız siz?
- Düştüm.
- Nereden düştünüz?
- Kitabınızdan düştüm. Hikayenizden düştüm yani!"


Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Kitaplığın ücra köşelerinden çıkardığımda ablam elimde görür görmez "Onu oku!" dedi. Romantik bir kitap olduğunu öğrenince çok şaşırdım çünkü ablam gerilimden başka bir şey kolay kolay okumaz. Bu da merakımı ikiye katlayınca yolculuk kitabım olarak bavuluma attım.

Hafta sonu Peri Bacaları'nı görmek adına Ürgüp'e minik bir kaçamak yaptım ama vaktimin çoğu bu kitabı okumak ve okudukça üzerinde düşünmekle geçti.

Biraz içerikten bahsedeyim: Tom Boyd isimli bir yazarımız var. Kitap, birbiri ardına sıralanmış gazete haberleri ve Tom'un dünyanın dört bir yanındaki hayranlarından aldığı mailler ile başlıyor. Başlangıcı o kadar hoşuma gitti ki, kitaba biraz daha bağlandım.

Tom, Harry Potter'ın rekorunu sarsacak bir serinin yazarı: Melekler Üçlemesi. Ancak üçlemenin son kitabını bir türlü yazamıyor çünkü hayatının kadını olduğunu iddia ettiği piyanist sevgilisi onu terk etti ve sevgilisi onu terk ederken ilham perilerini, Tom'un yaşama sevincini de aldı.

Arkadaşlarının tüm uyarılarına karşı çıkan Tom, tüm mal varlığını borsada kaybettiğini ve sözleşme doğrultusunda üçlemenin son kitabını 3 ay içinde yazmak zorunda olduğunu öğrenir. Bu bilgiler hiçbir işe yaramaz, yine açılan beyaz sayfalar ve tek bir kelime bile parmaklarından dökülmez.

Kitabın arka kapağından aldığım yukarıdaki kesit, burada devreye giriyor. Fırtınadan kırılan camlar ve içeri giren ince, uzun bacaklı güzel bir kadın. Ve bu kadın Tom'a Meleklerin Üçlemesi Serisi'ndeki en önemli karakterlerden biri olan Billie olduğunu söylüyor.

Tabii, Tom buna inanmıyor ve macera Billie'nin kendini inandırmaya çalışması ve eğer Tom yazmaya devam etmezse kurgu dünyasında öleceğini söylemesi ile başlıyor.

Öncelikle kitapta en çok dikkatimi çeken şeylerden biri Tom'un bir türlü tutkuyla bağlı olduğu hikayesini devam ettirememesiydi. İlham gerçekten kaçtım mı tam kaçan, nankör bir melek.

Sonu beni o kadar şaşırttı ki... Bir aşk romanında bu kadar mükemmel bir sona daha rastlamazsınız. Okuduğumda ilk başlarda bir türlü kabullenemedim ve kurguda açıklıklar olduğunu düşündüm. Bu durumda hemen ablamla konuştum ve kafama takılan şeyleri söyledim, aslında bir sorun yokmuş, ben kabullenmek istemiyormuşum.

Kağıt kız, yani Billie, ile o kadar çok benziyorduk ki... Billie'yi değil bizzat kendimi okumuş gibi hissettim. Kendimle bu kadar özdeşleşen bir karakterle ilk kez karşılaşıyordum ve şaşkındım. Billie her zaman kendimi en çok özdeşleştirdiğim karakter olarak kalacak.

Sonuç olarak Kağıt Kız, hayatımın kitaplarından biri diyebilirim. Benim için ilk 10'da, hatta belki ilk 5'te! Karakterleri bu kadar gerçeğe yakın, olayları bu kadar bağlantılı ve sonundaki sürprizi bu kadar tatlı olan bir kitap...

Bu yorumu yazmadan önce daha objektif olabilmek için birkaç siteden Kağıt Kız ile ilgili yorumları okudum. Genellikle insanlar Billie ve Tom arasındaki hitap şeklinin "siz/biz" olmasından şikayetçi. Ancak ben bundan rahatsız olmadım, bilakis çevirmen hatası olduğunu düşünüp önemsemedim bile.

Alın, okuyun, okutun, sevin onu.

Güzel kesitlerle ve güzel bir şarkıyla bu yazıya da noktamı koyayım. Şarkıyı kitabı bitirdikten hemen sonra dinledim ve bana Billie'yi anımsattı sözleri, çok değil ama onu çağrıştıran bir şeyler vardı. Bilemiyorum, tarif etmek güç.

Kağıt Kız, güneşli bir günde gökyüzünde olan kocaman, bembeyaz bir bulut. Ve bu kocaman bulut tam güneşin en kavurucu zamanında gölge yapar ya yeryüzüne, işte öyle.

Dünya sana hediye sunmaz, inan bana. Bir yaşam istiyorsan, çal onu!

"Bu çok aptalca," diye ekledi gözlerini ovuşturarak. "Her zaman en zorunu başardığımıza inanırdım ama yanılmışım, en zoru istediğini elde etmek değil, onları elinde tutmayı bilmekmiş"

Tutku uyuşturucu gibidir. İnsan yok olacağını bilse de kendini onun kollarına atmaktan çekinmez.

Kitaba puanım: A++

1.27.2015

0

Dört - Mustafa Sancak






Tür: Bilim Kurgu
Sayfa Sayısı: 414
Yazar: Mustafa Sancak
Yayınevi: Postiga Yayıncılık

 "Bir gün, onun da şahit olduğu çok büyük mücadeleler vererek kazandığım büyük bir başarıdan sonra bana sarılıp kulağıma 'Zafer, ruhun mezar taşıdır.' demişti. Zafer sarhoşluğuyla bu lafı ilk duyduğumda anlam verememiştim. Sonraki yıllarda kazandığım pek çok başarının ardında onun bu sözü hep aklıma gelmiştir. Çok büyük mücadeleler vererek bir zafer kazandığımızda, içinizde bir şeyleri kaybettiğinizi hissedersiniz. İşte o kaybettiğiniz şey mücadele ruhudur."


Evet, ikinci yorumumla karşınızdayım!
Öncelikle kitabı çok güvendiğim birinin önerisine dayanarak almıştım. Artık o arkadaşımdan kitap tavsiyesi istememeye karar verdim çünkü görüyorum ki zevklerimiz pek uyuşmuyor.

Elime ilk aldığımda önce kapağı anlamaya çalıştım. İsmin hemen altında yazan cümleyi okudum. "Aynı dünya üzerinde... Ayrı dünyalar içinde..." İlk okuduğumda bu cümleler o kadar anlamsızdı ki.. Hala da anlamsız çünkü beklentilerim, umduklarım çok farklıydı.
Hele hele de Türk Grange lakabını duyduğumdan beri. Grange bir paragrafta sizi dünyanın öbür ucuna götürürken Sancak size bir salonu 3 - 4 sayfa kadar betimliyor - ki buna zerre gerek yok.

Bazı cümleler öylesine yazılmış, sırf kitap kalın olsun diye uğraşılmış gibiydi. Nereden çıktığını anlayamadığım diyaloglar... Kısacası fazlaca ve gereksiz birçok detay mevcuttu kitapta.

Okulda sıra arkadaşım çantamda gördüğünde "Nasıl? Ne anlatıyor?" diye sormuştu ve ben o sıralar daha 200 ile 230 sayfa arasında bir yerde gözlerimi gezdirmekle meşguldüm. Ona 6 ya da 7 cümlede şimdiye kadar gelişen olayları anlattım ve sonra şaşırdım. Gerçekten sadece bu kadarcık mı olay olmuştu? Peki neden sıkılmamıştım, neden okumaya devam ediyordum? Bunun cevabını hala da veremiyorum.

Sonu beni şaşırttı mı? Evet, hem de fazlasıyla. Sıradan insanların kimselere öğüt vermeyen sıradan hayatlarını okuduğum bir roman sanarken aslında bilim kurgunun kalbine indiğimi kitabın sonunda anladım. Ama hala bana oldukça mantıksız gelen şeyler var.
Özellikle kitapta dört boyutlu uzayın varlığı ve rüya kontrolü hakkında birçok şey söylendikten sonra en azından finalin daha bunları ön plana çıkaracak bir şekilde bağlanmasını isterdim. Oysa rüya kontrolü sadece "Oluyor mu olmuyor mu?" lafıyla sınırlı kaldı ve bu beni üzdü.

Kitapta 4 rakamı ile ilgili oldukça ilginç metaforlar var. Gerçekten o kadar çok şey var ki hepsinin birer rastlantı olması imkansız. Ama inanıyorum ki 4 özel değil, çünkü her rakam üzerinde araştırma yapmaya kalksak onlarla da en az bununki kadar çok sonuç elde etmiş oluruz.
Bana en ilginç geleni:
4 farklı Uzak Doğu dilinde 4 ve ölüm aynı şekilde telaffuz edilir; Çince, Korece, Japonca, Vietnamca.

Karakterlerden çok fazla bahsetmek istemiyorum çünkü ne gerçeğe yakın buldum, ne diyaloglardan hoşlandım.

Kurgunun işleyişi güzel olsa da fazla detaylar olayı sıkıcı hale getirdi. Hala bu kitabı nasıl bitirebildiğimi kendime soruyorum ve cevabını alamıyorum.

Alın, kesin okuyun " diyemem ama sıkılmamayı göze alıyorsanız gerçekten ilginç bir kitap. Hele hele modern fizik ve uzay hakkında araştırma yapmayı seviyorsanız çoğu sorunuzun cevabını da alabilirsiniz. Ne kadar konu işlenişinin sıkıcı olduğunu belirtsem de öylesine güzel betimleme ve benzetmelere rastladım ki, mest oldum.

Uzun lafın kısası, bu kitabım da gizemli ve sizi rüya alemlerinde seyahata çıkarıp biraz düşünmeye itecek bir buluttu. Aşağıda kitap için seçtiğin nacizane şarkım var.

Kitaba Puanım: C -




1.10.2015

0

#Mim/ Şimdi Mevsimi



Buluttan Kitaplar'la bu işlere atıldığım şu günlerde ilk kitap eleştirisi heyecanım, kalbimin bir köşesinde tazecik dururken eve gelir gelmez ilk mim haberimle karşılaştım :D Athena'nın Güncesi'nden Ezgi'nin etiketine karşılık verelim o halde *-*

1) Kışın okumalık favori bir kitabın var mı?

Buna tam bir tür olarak cevap veremem sanırım, ama kışın sırtımı kalorifere dayayıp çoraplarımı en yukarılara kadar çekip oturmuşken plajda tatil yapan insanları okumak istemem açıkçası. Geçtiği zaman dilimi yaz olsa da bunu fazla belli etmeyen kitaplar öncelikli tercihim ama sürükleyici olsun, o kumsal sıcağını da hissetmesem olur :D

2) Kapağı mavi olan bir kitap?

Aklıma ilk gelen kitap Aynı Yıldızın Altında - John Green oldu. Kitabı da okumadım ama kapağı öylesine bilinçaltıma kazınmış ki, okumadığım bir kitabın kapağı hemencecik gözlerimin önünde beliriyor. Onun dışında Stephen King - Sadist var ki kış mevsimini de yaşatan en iyi kitaplardan birisi. Alaycı Kuş'u da unutmadan hemen söyleyeyim.

3) Yılbaşı ağacında yıldız olarak kullanabileceğin bir kitap?

Ahh, kalbimin yıldızı. Beni kitap okumaya iten o çocukluk kitabım: Küçük Prens.

4) Kış tatili için mükemmel olan kurgusal dünya?

Kış tatili birazcık kısa bir süre, evet ama akıcı ve sürükleyici bir seri için 15 gün fazla bile gelebilir! Wilbur Smith - Mısır Serisi diyebilirim. Olaylar birbiriyle bağlantısız olsa da yıllar süren bir seri ve sadece üç kitap. (Kitaplıktan serinin son kitabı Çöl Tanrısı Cansu'ya göz kırpar.)

5)Birlikte kış tatiline gidebileceğin bir kitap karakteri?

Yeni bitirdiğim kitabın etkisinde kalarak Louis/ Leyleklerin Uçuşu diyorum. Louis kitap boyunca Avrupa ve Afrika turu atmıştı, bir de benimle kış tatiline gelir sanırım :D

6) Bu sene için listende olan bir kitap?

En sevdiğim defterimin arkasında sayfalarca süren bir "Alınacak Listesi" hazırlamıştım. En başta Oyunbaz olmak üzere Wulf Dorn'un tüm kitapları diyeyim.

7) Favori tatil içeceğin, atıştırmalığın ve filmin?

Kışın en çok sallama çay içerim; papatya, rezene, kuşburnu falan. Sağlam bünyemi bunlara borçluyum diyebilirim hatta. Ablamın yaptığı minicik un kurabiyelerine bayılıyorum, çok sevdiğim için haftada bir mutlaka yapıyor ve beni o güzel tattan muhtaç bırakmıyor bitanem *-* Tatillerimin değişmez filmi: Harry Potter serisi. Geçen gün de hatta "Şu sınavlarım bir bitse de Harry Potter turumuza başlasak." demiştim arkadaşlarıma da. Sıkılmadan defalarca izleyeceğim tek seri sanırım.


Evet, ilk mim meselesini de böylece halletmiş olduk. Yeni kitap kokulu blogumdan bu kadar diyelim, bulutlar başka iklimlere doğru göç ediyor :D Etkinlik için Şiir Kokan Adam'ın Güncesi'nden Batuhan'ı ve Apollon'un Güncesi'nden Niyazi'yi mimledim. Başka başka etkinliklerde görüşmek üzere, esen kalın skfsd

1.09.2015

1

Leyleklerin Uçuşu - Jean Christophe Grange

Tür: Gerilim/ Macera
Sayfa Sayısı:355
Yazar: Jean Christophe Grance
Yayınevi: Doğan Kitap

"Gözleri kanlı ve boş çukurlardan farksızdı şimdi. Leyleklerin bebek getirip getirmediklerini bilemem, ama ölülerle ilgilenmeyi iyi bildiklerine kuşku yok."

  Selam :D Yazılı telaşı ile biraz geç bitirdiğim kitabımla buradayım.
İlk yorumum bir Grance kitabı olacağından dolayı heyecanlıyım aslında.
Uzun zamandır kitaplığımda olan bir kitaptı. Arka raflarda unutulmaya bırakılmış gibiydi. Üzerinde gördüğünüz üzere 22.Basım yazıyor, bu da Haziran 2006 tarihine denk geliyor. Sayfaları çoktan sararmaya başlamış, (En sevdiğim şeylerden birisidir) buna rağmen kapağı oldukça sağlam duruyor. Kitabı elime alır almaz arka kapağını okurum ve bu kitapta arka kapakta en çok ilgimi çeken şey fiyat ibaresinde 16 YTL yazmasıydı. Ne kadar eski olduğunu tahmin edebilmişsinizdir :D

  Öncelikle mükemmeliyetçiliği ile tanınan başak burcuna mensup insanlardan biri olarak, çok zor beğenen bir yapım var elbette. O yüzden Leyleklerin Uçuşu için diyorum ki: Mükemmel! Dehşet bir şey bu! 

  Daha ilk sayfalardan itibaren oldukça orjinal bir konusu olduğunu zaten belli ediyordu. Genellikle kitaplarda ilk kısımlar her zaman anlaşılmaz ve çözümlenemez olur; Grance de sizi bir anda hikayenin ortasına atıyor aslında.

  Max Böhm isimli İsviçreli bir kuşbilimcimiz var. Bu adam leyleklerle tamamen kafayı bozmuş durumda, her yıl belli zamanlarda göç eden leylekleri takip etmek adeta hayatının tek amacı. Mesleğinin hiçbir getirisi olmadığı halde oldukça büyük bir servete sahip ve yıllar önce göç yolunda kaybolan leylekleri bulduğundan dolayı halkın sevgilisi konumunda.

  Avrupa'yı gezip Afrika'ya dönen leyleklerin bu yıl geri dönmemesi üzerine Max Böhm meraklanır ve Louis'i (kendisi anlatıcımız) kayıp leylekleri bulması için görevlendirir. Louis bir anda kendini müthiş bir kan gölünün içinde bulur.

  Leyleklerin göç noktaları üzerinde parçalanmış cesetler, her an her adımını izleyen katiller ve leyleklerin koruyucuları. Leyleklerle birlikte bu uzun maratona katılan Louis, bir Bulgaristan'daki Çingene mahallesine, bir İsrail'in Filistin baskısı altındaki savaş bölgesine, bir Orta Afrika Cumhuriyeti'nde balta girmemiş ormanlarında sürüklenip duruyor.

  Louis ile birlikte dünyayı gezdim ve onun yaşadıklarına hayret ettim. Yapbozun her zaman eksik kalan parçaları beni delirtecek gibi oldu, bağlantılı olduğu her açıdan tartışılmaz olan ama bir yandan da asıl "bağlantı"nın ne olduğu bir türlü bulunamayan bir dizi olay.

  Eğer cinayet romanı okumaya alışkın değilseniz mezar kazma, parçalanmış ceset betimlemeleri gibi birçok kısımda hafif mide bulantıları yaşayabilirsiniz. Onun dışında dil oldukça akıcı, gereksiz betimlemelere yer verilmeyen ve her şeyi kıvamında bırakan mükemmel bir anlatım.

  Ve tabi ki kafanıza baltayla vurulmuş etkisi yaratacak mükemmel bir kurgu. Eğer bu kitabım bir bulut olsa kesinlikle etrafı beyaz ve siyah leyleklerle sarılmış kan yağdıran bir bulut olurdu! Hiç düşünmeden alın, hemen alın, gidin şimdi sipariş edin!!


Kitaba puanım:  A+

Kitap ile iyi gidecek bir şarkı önereyim ^^